4 Şubat 2011 Cuma

MAĞRİBLİNİN CİN ŞURASINA TEKMİLSİZ HASILI


 TUNUS VE MISIR'DAKİ HALK AYAKLANMALARINA DAİRDİR



      Mağrip’te isyan ateşi yakılıp, sokaklar, on yıllarca gayya kuyularında kanı damıtılan ezilenler, yoksullar, işsizler, açlar -adına ne derseniz artık- tarafından işgal edildiğinde pek çoğumuz neo-kapitalizmin tek eksenli dünya öngörüsünün ideolojik basıncı altında ezilmiş, ‘devrimler çağı’nın söndüğüne kendimizi ikna etmeye çalışıyorduk. Artık toplumsal kalkışmaların, kitle dayanışmasının, fiili durumların doğrudan iktidara yöneldiği o epik sahnenin perdesi çoktan inmiş, ışıklar sönmüş, aktörleri izbe meyhanelerde nostalji şarabına gömülmüştü. Değişim adına sahneyi devralan ise yapıbozuma uğrayıp marjinal bir üslupla yeniden kurulan ‘birey’ olmuştu. Bu fiction-birey, finans kapitalin imajlar çağında olası biricik eksendi ve kendi periferisini de dizayn edebilirdi. Değişimin içeriği ancak bu olabilirdi: Avatar! Toplumsal dönüşüm-bireysel dönüşüm diyalektiğinin kırıldığı bu ideolojik yaklaşım aynı zamanda kapitalist üretim tarzının ve onun şekillendirdiği tüm sosyal ilişkiler ağının ilanihaye onanması anlamına da geliyordu. Geliyordu…
      Fakat sosyal tarihin bize öğrettiği bir şey var; hiçbir araç sınıfsal değildir. Bilgi de öyle. Herhangi bir araç-bilgi muktedirler tarafından toplumu kontrol altında tutmak için kullanılabileceği gibi aynı araç-bilgi ezilenlerin iktidara doğrulttuğu ürkünç bir silah olarak da kullanılabilir. Bunun tayinini ancak örgütlenme yeteneği belirler. Mağriplinin facebook ve benzeri sosyal ağları kullanmaktaki mahirliğine bakılacak olursa, hele bu toplumsal kalkışmaları facebook devrimi diye adlandıranların hiç de azımsanmayacak sayıda olmaları, bize yukarıda değindiğim tespiti bir kez daha doğrulayacaktır. Söylemek istediğim şey; burjuvazinin devrimci bir tarzda ileri, sürekli ileri doğru itelediği teknolojik gelişim, kimilerinin sandığı gibi, onun küresel iktidarını pekiştirmekten ibaret kalmıyor, kimi momentlerde bizzat onun iktidarını devirmeye yeltenen ayaktakımının silahı olup çıkıveriyor. Pek çoğumuzun apiriori kabul ettiği ‘bilgi ve teknolojik ilerleme iktidarı pekiştirir’ önermesi mağriplinin mağrifetiyle tepetaklak ediliveriyor. İşte ben buna kadeh kaldırırım.
      Tunus ve Mısır’da olan şeyin yapısal karakterini antikapitalist olarak nitelemek hamlık olur elbette. Ama emperyal güçlerin maşası olup kendi şahıslarında uluslararası sermayenin diktasını temsil eden Bin Ali ve Hüsnü Mübarek’in iktidarını devirmeye yönelen toplumsal kalkışma şüphesiz ki demokratik devrim nitelemesini hakedecektir. Ve demokratik devrim dediğimiz şey, hangi coğrafyada ve hangi momentte olursa olsun, insanlık ailesinin attığı kocaman bir adımdır. Bu anlamıyla bile alkışlamaktan ötesini haketmektedir diye düşünüyorum.
       Hele emperyalist güçlerin – özellikle Amerika ve İsrail – hazırlıksız düştüğü hazin durum ve kaçan treni ucundan yakalama çabaları gösterdi ki, bu kalkışmalar çevre ülkelere sıçrar ve orada bulunan genel vali misali abuk dikdatörleri tehdit etmeye başlarsa karşımıza küresel sisteme giren virüs misali bir hal çıkacaktır. Unutmayalım ki bahsettiğimiz coğrafya özelikle petrol üretimi ve arzı bakımından vazgeçilmez bir öneme sahip. Bu doğal kaynakların yönetiminin demokratikleşmesi ve üzerinde yaşayan halkların da söz sahibi olduğu bir yapı küresel sistem açısından kolay onarılamayacak zararları içerir. Finans çevrelerinden yükselen şu söze kulak kabartalım: “ Mısır, Ortadoğu’nun kalbidir. Orada yaşanan gelişmeler çevreye sıçrayacak bir  hale bürünürse, petrol fiyatları nerede duracağı kestirilemez bir biçimde yükselecektir.” Bu da pek çok piyasanın – enerji, para, finans- kaosa sürüklenmesi anlamına gelir. Yapısal krizden çıkmaya çalışan pek çok gelişmiş ülke ekonomisi bir kez daha tepetaklak olma riski ile karşı karşıyadır. Bu yüzden olsa gerek, başta Obama olmak üzere Fransa, İngiltere, Almanya liderleri elbirliğiyle durumu kontrol altında tutmaya çalışmakta, gelişmeleri öngörülebilir düzeyde stabilize etmek için ‘diplomatik’ çözümlere dört elle sarılmış görülmektedirler.
      Bizim başbakan ise, bana kalırsa, bir süre pusuya yatmış gelişmelerin seyrini izlemiş, Hüsnü Mübarek’in gidici olduğuna kanaat getirince de o coğrafyada yayılan ve büyük ölçüde mistifike olan Recep Tayyip Erdoğan mitini geliştirme umuduyla Mısır halkı, demokrasi falan demeye başlamıştır. Mısır halkının demokrasi talebi Tayyip Erdoğan’ı ne kadar ilgilendirir bilinmez ama son yıllardaki dışpolitik gelişmeler ‘rejim ihracı’ noktasında Türkiye’yi, İran’ın birkaç at boyu önüne geçirmiş görünmektedir. Türkiye’nin bölgedeki etkisi özellikle İsrail açısından endişe vericidir. Kimi ulusalcıların dem vurduğu gibi Türkiye’nin İsrail ile çatışması hiç de öyle göstermelik falan değildir. Recep Tayyip Erdoğan ismiyle müsemma olan ve bölgede etkialanı genişletme stratejisine yaslanan Türk dış politikası, İsrail’in şahin politikalarını gözardı edecek gevşekliğe sahip değildir. “ Müslüman kardeşlerimize yaptığı zulüm” falan gibi duygusal faktörleri bir kenara bırakacak olursak, bölgede yeniden yükselen Müslüman Doğu’nun zühre yıldızı olmak ve tabi bunun stratejik ve ekonomik artık değerini de elde etmek tek parti, tek adam rejimindeki Türk dış politikasının ana eksenidir. Ama bu dediğimiz şey, Kudüs’ün zırhlı yıldızı ile işbirliği içinde olabilecek bir şey değildir. Hepimiz biliyoruz ki, o bölgedeki dikdatör ve tiranların, yoksul halkı zapturapt altında tutmak için kullandığı en sofistike söylem İsrail karşıtlığıdır. İşe yaramadığını da kimse iddia edemez sanırım. Türk başbakanının da büyük ölçüde bu söyleme yaslanması ve pekala Türk dış politikasının eksenini değiştirmesi, makro politik spektrum olarak yapılabilecek en doğru hamleydi ve yapıldı. Görünür bir gelecekte Türk-İsrail savaşından bahsetmediğimi söylemeye gerek yok sanırım. Yapılmak istenen şey Türk-İsrail savaşını görünür bir geleceğe çekerek bunun yaratacağı anaforik enerji ile bölgede ‘düzen kuran ülke’ mertebesine çıkmaktır. Yoksa savaşın kendisi değil.
      Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Mübarek’e mezarı anımsatması, tam da onun ölçüsüz iktidar hırsının nasıl da tüm dışpolitik nezaketi yerle yeksan edecek düzeyde olduğunun kanıtıdır. Duygusal değil hırslıdır. Aksi olsa günlerce ve ısrarla cesedin kokmasını beklemesini anlayamayız. Açıklama yapmak için cesedin kokmasını bekledi, zira Recep Tayyip Erdoğan da biliyor ki, o coğrafyada bir çok ölünün dirilip tekrar dilegeldiğini görmüşüzdür. Mağrip’te ölüler dirilir, gök yarılır, cin şurası toplanıp tiranın yerine tiran, kitabın yerine kitap, emrin yerine emir tayin olunur. Zaman, çölü andıran bitimsizliğiyle böyle kıpırtısız akıp gider.
      Umut ediyorum ki, bu kez Mağripli zaman çölünü aşıp Firavun ülkesine asırlardır beklediği bereket yağmurunu yağdırır.


Taylan Asır. 

04.02.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder