3 Şubat 2011 Perşembe

CUMHURİYET KİTAP DERGİ  Sayı: 1065 Sayfa: 8

Salih Aydemir Şiirinde Ben Kamaşması : “Şiir Bu Varolmayı Öğretiyor”





İnsan deneyimlerinin adlandırılamayan, gündelik dil bağlamına oturtulamayan, çağrışımlara açık ve çoğunlukla da kaotik yapısı, imgenin şair tarafından kuruluşuna dair bizi zaman zaman çaresiz bırakabilir. Herhangi bir şiir ya da şiirler toplamı hakkında söz söylemek de bu yüzden çoğunlukla nesnesi olan şiiri ıskalayıp, genel bir düşünce belirtme ve dile pelesenk olan söz kalıplarını tekrar etmekten öteye geçememektedir. Örneğin, “ Söz konusu şairin bir derdi var.” Ya da “ Şiirlerinde sözcük ekonomisini başarıyla sergilemiş” “ Şiirlerinde günümüz insanının  yaşadığı derin bunalımın izini sürmüş” gibi. Bu genel değerlendirmeler sınıflandırma çabası adına anlamlı olsa da çoğu kez şaire, anlaşılamadığı düşüncesini gark etmektedir. Oysa artık biliyoruz ki, yeryüzünde şiir söylemiş bir tek şair yoktur ki kalın bir tebeşir dairesi içine alınabilmiş olsun, tümüyle anlaşılabilmiş olsun. Şiir söylemenin anlaşılmak kaygısıyla yapılması da, olsa olsa çılgınca bir fikirden ibarettir. Zira çoğu zaman şiirin söylediği, katmansız, kolay anlaşılabilir, alışageldik bir deneyimden ibaret değildir. Kendine özgülük, şairin kendi şiirini kurması da ancak kendi bireysel tarihinin karanlığında iz sürerek, belki basit bir deneyimin ruhundaki iz düşümünün eşsizliğinde gözleri kamaşarak başarılabilen bir durumdur.

Bu uzun girizgahtan maksat, Salih Aydemir’in şiirine yönelik söylemek istediğim şu ilk cümledir; arka bahçesinde büyülü gölgeler saklayan bir şiir!

Son kitabı olan Dilbendi’ni günler ve gecelerce elimde tutup, evirip çevirdikten, defalarca okuduktan, kimi dizelerin altını çizip, kenarlarına notlar düştükten sonra bile, aslında alışageldik bir “öz” duyguya ya da düşünceye ulaşamamış olduğumu anlamış bulunmaktayım. O zaman son çare olarak şöyle bir fikrisabite başvurdum; sanırım kapalı bir cemiyetin ya da bir klanın şifreleriyle konuşuyor. Peki o gizli klana ne söylüyor? Hayat bilgisi. Kara hayat bilgisi de olabilir.

Elbette yanılıyorum.

O zaman bir bütünlük arama ve bulma saçmalığından vazgeçip, kendi gövdemi olduğu gibi çağrışımlara bırakmayı deniyorum.

“ avuçlarda dönüyor yüz / müzik başka bir şey”  Bu iki dize arasındaki mesafeyi kat ettiğinizde – ki muhakkak kayda değer bir mesafedir – bilegeldiğimiz şiir kurma anlayışından kopup, aslında daha likit, belki değişken bir algoritma yaratma çabasını duyuyoruz. Başka bir şiirden şu dizeleri okuyalım; “ sıklıkla içe çekmeliyim / dilin had safhasını / yokluk / değiştiriyor yürüyüş düzenimi “ Bu dizelerde de aynı çabanın izini sürebiliyoruz. Epistemolojik yönelimleri ve oluş’un içine üflenen büyüsellik bir kenara, söyleyenin aslında bir biçim olarak kayboluşun sonuçlarını dilin büyük karmaşasında aradığı görülebiliyor. O zaman Salih Aydemir, bir şair kişi olarak, sürekli dönüşümün kavramsal boyutunu şiirine, kesin bir inançla taşıyor denilebilir. Hemen her şiirde var olan imgesel çok seslilik, okuyan için sürekli devingen bir düzlemde ayakta kalma çabasını, dolayısıyla aktif olmak zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Sürekli koordinatları değişen bir coğrafyada hele de koyu karanlıkta yol almak, şiire içkin ve onu böylece özge kılan temel bir düstur Aydemir şiirinde.

 “ daha da kötüsü / yeniden başlıyor her şey “  

Şiirin bağlamından koparsak bile yukarıdaki bu iki dize aslında yeterince ontolojik söyleyişe sahip.  Buradaki ideolojik tutum tam da birey için biçimlenen kalıpların reddiyesi ile başlayan ve sonunda ona dair süreçlere diyalektik olarak yaklaşan bir gözün kamaşmasından başka bir şey değil. ‘Ben’in kamaşması.  Bir başka örnek; “ değiştirelim / hem evetleri / hem hayırları / neyse ki / çıplak her ömrün / yaralı türkçesi varmış “  O zaman şöyle söyleyebiliriz; Aydemir tüm dikkatimizi bizim hala belli bir bütünsellik taşıdığını sandığımız, ya da öyle olmasını umduğumuz modern dönem ‘birey’in tam da parçalı ve eklektik hallerine yöneltiyor. Ama burada üstünde durulması gereken şey, bunun felsefi olarak, bir politik tutum olarak ifade edilmesinden ziyade, şiirinin kendi öz – biçim yapısının bu arayışa sahne olmasıdır.
Aslında Rimbaud’nun “ Ben bir başkasıdır.” sözüyle şiirin ya da genel olarak sanatsal yaratı süreçlerinin içine girmiş olan ötekiye ulaşma çabası Aydemir şiirinde de hayli belirgin. Kitabın bütünselliğinden çıkan imge de içsel dönüşümlerin sonunda ulaşılan zehirli bir kıyı gibi ‘öteki’nin çatal diline yönelmiş. Dil ile kurulan bu bağ ya da dili bu düzeyde bir imgesel düşünüşün, varoluşun sebebi yapmak öznenin nesne ile kurduğu bağı başka türden bir bilme biçimine yöneltiyor. “ büyü / kalbim kapı / kırık ve ev” bu dizelerde de görüleceği üzere sözcüklerin çağrışımlara bu denli açılması ve anlamsal bağların mesafelere yayılması, söyleyişe kattığı zenginlikle birlikte şiirin öznesini de kendi görünür gerçekliğinin ötesine geçmiş ve kilitli hakikatin grift evreninde varlığını sorgular hale getirmiştir. Aynı şiirin son dizeleri ise şöyle: “ sonra / hiç ve zehir / kan suda ağır “  Aslında şiirsel söyleyiş olarak hiçlik şairin serüven sebebini yeterince açıklar. Zira şiirin bilgisi temelde elbette insan varoluşunun saçmalığıdır. Dilin kavramsal yapısı ise bu saçmalığın ardına geçip, sonsuz olanın sırrına ulaşmak çabasını gösteriyor. Bu da Aydemir şiirinde, öncelikle dilin zihinsel disiplinini paramparça etmekle mümkün olabiliyor.
Hiçlik’in şiire yol alması, ya da tam tersi şiirin hiçliğe yol alması elbette doğrusal olamazdı. ‘ kan suda ağır’ dizesi bu kaotik ve çok katmanlı yönelimi sergiliyor. Ve aslında pek çok şiirde görülen  son dizelerin daha derin ve alt anlamlara açık oluşu şairin dilsel evren ve dilsel hakikat kavrayışının da bir sonucu. Bir başka şiirin son dizesi de şöyle: “ düşlerin eyleminde aşınıyor dil” Burada da aynı kavrayışı görüyoruz. Dilin aşınması bir yerde onun dizgesinin de dağılmasını çağrıştırıyor. Gösteren – gösterilen – gösterge zincirinin şiirsel bir eylemle dağıtılması öznenin de çeşitli oluş süreçlerini yapıbozumuna uğratıyor. Böylece ‘öteki’ye olan yolculuğun da kapıları aralanmış oluyor. Burada modernizmin ben’inin karşısına çıkartılan ve belki de onun sınırlarını aşıp kendi özgünlüğünün peşine düşen bir öteki ile karşı karşıyayız. Aydemir şiirlerinde belirgin olan bu öteki arayışı kendi içinde bir poetika yaratıyor. Kurgunun parçalı yapısı ve anlam birimleri arasındaki karmaşık çok ilişkili akışkanlık, dili ideolojik bir gösterge olarak algılayan ve neredeyse mühür altına alınmış bir biçim olarak sunan  anlayışa da görkemli bir karşı çıkıştır. Salih Aydemir kendi şiirini kurarken dili toplumsal bir varlık olarak var etmekten çok - ki bu başlı başına şairin de belirli ideolojik efektlere yönelmesini öngörmek olur- şiiri oluşturan yapı birimlerini kendi iç uzayında başı boş bırakmış gibidir. Böylelikle de sözcüklere nesnel olandan bulaşmış gibi görünen katılık, bu iç uzayda bir akışkanlığa dönüşmüş ve çokanlamlılığı ya da kimi zaman hiçliğin anlamsızlığının ölçülemez sınırlarını zorlar hale gelmiştir. Bu da şiirin, kendinde şey ( numen ) olan bir sese kavuşmasını sağlamıştır. Böylece boşluklar, anlam aksları, zaman uzam çatışkıları, belirsizlik, nedensizlik, ritmik değişimler ve sembolik çizgiler de şiirin içine sanki ikinci bir ses gibi girmektedir. Bu da okuyucu ile kurulan, kurulmak istenen ilişkide diyalektik bir etkileşime  kapıları aralamaktadır.
  

 Aşağıdaki “ ter “ isimli şiir bu kendinde şey olma haline iyi bir örnektir sanırım.

dilin dibinde yüzüyor göz
ten yakın   gece sular
ses gelmeyecek
işin doğusu kuzey
tül kirdir   içimde saklanan

aza kalan uyku derler ben’e
ben’i aldım   acımıyor günler
ter uyku   sabah terazi

elini ağzıma koydum
titreme
alnımda tanedir kalbin

İlk bakışta oldukça kapalı bir yapıya sahip olduğu aşikar olan bu şiir, şairin kendi çok anlamlı metaforik dilinin zenginliğini olanca haliyle sergiliyor. Şiir bütünsel bir imge taşımakla birlikte, bizzat bu çatal söylem ve içe dönük ritmi ile okuyanda bir zihin kamaşması ya da ben kamaşması yaratıyor. Ki asıl hedeflenen de bu  sanırım. Bu sayededir ki şair, sözcüklerin ‘ben’e çarpıp onun arkaik evrenini kazıyarak, varoluşsal çukurlara girip çıkarak, kimi zaman anımsayıp kimi zaman inatla unutarak, zihnimizdeki serüvenine katılmasını sağlıyor.

her şiddet
bir aşk keşfeder

sonsuzluk
yalnızca geçici bir gelecek

Sonuç olarak Salih Aydemir’in şiiri,  ruhun sırlı bir aynaya dokunması gibi bir his yaratıyor okuyanda. Bu şiiri işlevsel değil bir oluş biçimi ya da duyma biçimi olarak görmesinin, ortak algının ve kolektif  yargının dışına cesurca adımlar atmasının ve belki de sanatın nesnesi olarak insan deneyimlerinin ‘kör’ noktalarına yönelmesinin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Dilbendi’nin hemen her dizesinde, ustalıkla işlenmiş her şiirinde ontolojik çıkmazımızın sırlı bir aynada bir görülüp bir kaybolması, bildiklerimizi unutup, gövdemizi tekrar çağrışımlara açma çabası görülüyor. Bu çaba aynı zamanda sanatı kaba politik işlevselcilikten çıkarıp, kendi varlığını organik ve insani kılmayı da beraberinde getiriyor. Dilin kendi dinamiklerini sezmek, onun bin yıllık yolculuğunda taşıdığı gölgelere dokunabilmek, sözcüklerin simyasına yürüyüp kimi zaman kendinden geçmek ve ‘modern’ insanın yabancısı olduğu ‘büyülü gerçeklik’in buhurunu solumak, Salih Aydemir şiirini son derece yetkin ve gelişime açık bir boyuta getiriyor. Dilbendi aynı zamanda şiire de bir saygı duruşu, onun gizil ihtiyar ellerinden usulca eğilip öpmek de aynı zamanda. Zira Salih Aydemir şiire, insanlık hallerini anlatmak gibi bir ‘görev’ biçmekten imtina etmekle kalmıyor bakın ne diyor; “ şiir bu, varolmayı öğretiyor! ”

Dilbendi, şiirin büyülü vadisine yapılan eşsiz bir yolculuk olarak karşımızda duruyor.

* Dilbendi – Salih Aydemir, Mayıs 2009 Şiirden Yayınları

TAYLAN ASIR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder